“Güne Dua” adlı Segah Peşrev’i dinlemeseydim bu yazıyı yazamayacaktım muhtemelen. İlahi Merve Dikerman, nasıl da yazdırdın beni!
Bir dönem avrupa felsefesinde sanat, edebiyat ve bunların eleştirisi ve etik üzerine yazıları karıştırırken ve tam da Levinas, Heiddeger ve Sartre’ nin düşüncelerinin dönüp duruduğu ateşli bir tartışmanın içine sürüklenirken bir yandan da kulağıma bir müzik istedim; şöyle sakince aksın, caz tadında, ama memleketli de olsun derken güzel eserlere rastladım. Trompet’in Ney’e özenerek “madem benim de içimden nefes geçiyor”deyip Ney’liğe soyunarak onun gibi bir duayı nefeslendirmesi bir hayli ilgimi çekti. Can kulağıyla dinledim; trompetten alışılmadık nağmelerin dökülmesi çağrışımlarımı canlandırdı. Trompeti bir gündüz vakti Üçler Mezarlığı tarafında durup Mevlana trübesine bakarken hayal ettim. İçinden şöyle geçtiğini dillendirdim: Bir Ney bu dünyada yanmayı arzulayabilir, talep edebilir de bir trompet bunu yapamaz mıydı? Trompetin en az ney kadar yanmayı arzulayabileceğini duydum, şahit oldum bu eserle. Bunu istemesine de hak verdim. Ancak bu dünyada mecazen yanarak, bir nevi ölümü göze alarak kendisine Ney, Trompet diyen şu dünyevi olandan, toplumsalın dilin, kültürün pazarlık edilemez tanımlarından kurtulunabilirdi. Trompet’te tıpkı Ney gibi ancak kendisini üfleyen insanın nefesiyle bu çetin yolculuğa çıkmayı göze alabilirdi. Kendi Gerçek’ine giden bu ölümcül yolculuğun tıpkı kamışlığa bir dönme arzusu gibi pirinçliğe geri dönmek olmadığını bilerek. Burada Levinas’a kulak vererek kültürlerarası fevkalade ilginç yolculuğuma devam ettim. Levinas” bir eserin tamamlanmasına bir manada sanat veya edebiyat eserinin serbest kalmasını sağlayan eklenecek veya çıkartılacak tek bir harf, fırça darbesi ya da nota kalmadığı ana, yani sayesinde o sanat veya edebiyat eserinin artık kemale erişine gereken önemin verilmediğini belirtir ve şöyle devam eder:”…bir eser, eğer bu biçimsel tamamlanma yapısına sahip değilse, en azından bu yolla özgürleşmemişse sanat değildir.”
Sanat eseri, tamamlanma anında, ampirik olandan serbestleşerek özgürleşen ideal bir varlık haline gelerek dünyevi şeylerin akışına dışsal olan ama sonsuz olmayan bir kaderi yaşamaya başlar. Bu varoluş, zamanın berisinde devinen ve bu devinimin “boşluklarında” tıpkı bir metnin satır ve kelime aralarında, müziğin “es”lerinde ya da resmin boşluklarında, ışıksız renksiz alanlarında olup biten bir hareketle zamanın kesintiye uğratılmasıyla başlar.” Sanat eseri ideal bir varlık olarak ortaya çıktığında zamanın ötesine geçmiş olmaz; o, zamanın berisindeki bir hareketle zamanı imgede, harfte veya ses de durdurmuştur. Bu durudurma ya da askıya alma kesinlikle dünyanın nesnel tezahürünün konumuna göre bir indirgeme değildir öte yandan.
İster teorik, ister pratik düzlemde olsun, kavramlar nesneye onu kavramak için yönelir. Halbuki sanatın temel yönelimi, nesneyi kavramak değil, onun yerine onun temsilini, vekilini geçirmektir. Dilde bunu gösterenlere vekalet verme olarak görürüz; harf, kelimenin fonetik ya da kaligrafik formunun sabit olduğu ancak anlamın sınırsızca yer değiştirdiği bir vekalet işlemidir bu. İmgenin, nesnenin yerini alması, şeylerle kurulan yaşamsal ilişkide bulunan ilksel kavrayışın askıya alınması, nötrleştirilmesidir.
Ney’e özenen Trompet’e gelirsek, Trompet kendisini üfleyenle birlikte bir sanat eserinin ortaya çıkışına eşlik ederek üflenen, üfleyen ve tezahür eden eserle birlikte daimi olarak yanmayı arzulamakta ve buna dua etmektedir. Bu eser tamlığa erişinceye kadar icra edilmeye devam edecektir. Varlıkta hep bir ölüm ve kalım anının her anın yaşanmasıdır bu devamlılık. Trompet’in anlık sessizliğinde, üfleyenin nefes alışında, üfleyenin kalbinin her atış sonrası duruşunda ve eserin, duanın boşluklarında ölüme en yakın ana gelmektedir. Sonra tekrar Eros’a, yaşama dair olanla sesle, nefesle buluşmaktadır. Trompet ve ona üfleyen bir sanat eserinde kendi yangınlarından her seferinden yeniden doğmakta ve an’da ömrün ve ömürde sonsuzluğun ne olduğuna ve nasıl tecrübe edilebileceğine dair bir anlamayı ve bir oluşu hayal etmektedir. Trompet trompetliğinde ve üfleyen insanlığında kalarak ancak bir sanat eserinde, insanın, insana ve insanın trompete, hasılı hep birlikte dünyaya mecburiyelerini bilerek dua edebilirler dersek yeridir. Neydi duaları: can tenden çıkmadan beni sen yak ya Rab!” O halde ne umabiliriz?