Elbette konuşma işin görünen yüzü. Konuşa konuşa oluyor, bir yere varıyor bu terapi işleri. Uzunca bir süredir bundan çok eminiz. Biz terapistleri emin olmaya götüren çoğu zaman bu çok ilginç işleyişin klinik yanları ve insan hikayelerinin o tebessüm ettiren, umutlandıran gerçeklikleri. Mesela azıcık kendi terapi yaklaşımımdan birşeyler çıtlatayım okuyan gözlerinize. Analitik Psikoterapi, özne için nelerin şimdi ve burada olmadığını göstermekle meşgulken, bir yandan da öznenin nelere ve nerelere erişiminin olduğunu da ortaya koyar. Terapist tüm bunlar olurken karşısındaki koltukta öznenin konuşması, sessizliği ve eylemlerinin arasına sızan bilinçdışı tezahürleri ve arzuya dair olanı ilgi ve saygıyla izlemektedir.
Öznenin biricikliği ve öylece varoluşu saygıyı hak eder. Bu ilgi ve saygı, terapistin arzusunun terapiye güçlü bir şekilde dahil olmasına zemin hazırlar. Arzu, terapistin bizatihi isteklerinde yer bulmaz kendine; bilakis danışanın kafasında oluşan terapistin bir türlü, tam olarak kesfedilemeyen arzusudur. “Benden ya da benim için ne istiyor? sorusu seansları derinden kateder durur. Terapistin arzusu kadar hiç bir arzu iyileşmeyi, gelişmeyi davet edemez. Terapiyi esasen sevk ve idare eden de odur. Terapide danışana düşen terapiye devam etmek, kendi varlığına ve hikayesine kelimelerin emrediciliğine tamamen teslim olmadan serbestçe konuşan bir ağız ve sahneleyen bir beden olabilmektir.Analitik terapi, başka örneğine pek rastlanamayan, aktarımlarla dolu bir ilişki türü, içinde yeniden doğulan bir söylem, dünyevi gerçek bir çaba ve işbirliğidir. Katılmaya ve tecrübe etmeye ne dersiniz?