Terapistler olarak seanslarımız sırasında danışanımızın ve kendimizin bilinçdışı performanslarıyla karşı karşıya kalırız. Bilinçdışı deyince beynimizde, beynimizin hallerine, fonksiyonelliğine karşılık gelen zihnimizde, yeri belirlenmiş bir bölümden bahsetmiyoruz elbet. Bilinçdışı, biliş bütünlüğümüzün daimi işleyişinin farketmediğimiz döngüleridir. Ara ara bizce beklenmedik, terapist içinse gayet beklendik dışavurumlarla kendini belli eder. Bu dışavurumlar bâriz olarak konuşan varlıklar olarak bizlerin konuşmasında farkedilir.
Terapistin sükunet içindeki kulağı bunları duymada mahîrdir; mahîr olmalıdır da. Mladen Dolar’ın çok da güzel ifade ettiği gibi dilimizin sözcükleri bilinçdışı süreçlerde hammadde görevi gören “ötümlü nesneler olarak muamele görürler. Burada önemli olan anlamdan daha ziyade her bir sözcüğün sesteki yankısı, tınıları, ses uyumu, başka seslerle yan yana gelişleri, dahası birşeylere benzeyişleridir.
Terapi esnasında danışan ve terapist, bilinçdışının ötümlü sahnesini birlikte izleyen izleyiciler gibidir. Yüzleri sahneye dönük, o saatleri birlikte geçirmek üzere buluşmuş yakın insanlardır. Her buluşmada yeni bir bölümle karşılaşırken, maceranın bazen heyecan verici, bazen sevimli, neşeli, bazen ise üzücü bölümleri seyredilir ve duyulur.