Çok acayip vaatler, paylaşılmış delilikler
Delilikle delirmenin aynı şey olmadığını söyleyerek bugün karşılaştığım ve kısmen beni şaşırtan bir olaydan bahsetmek istiyorum. Önce burada yazdıklarımı herkes ve her durum için genellemediğimi, istisnaların olduğunu belirterek kısa bir giriş yapmalıyım; zira konu ortada dönen bir delilik ile ilgili. Delilik bazı psikanaliz kuramcıları açıdan yapısaldır, sonradan sonraya gelişmez. Sonradan olan deliliğin aşikar hale gelmesi, farkına varılmasıdır. Özel, sıra dışı durumlar olsa da genellikle alışıldık, değişkenliği aşağı yukarı kestirilebilir, insanları tanıdık, güvenli yaşam çevresinden uzaklaşıldığı durumlarda, evlilik, babalık, annelik gibi ailevi, politik, iş hayatında olduğu gibi sosyal rol tanımlarındaki, kimlik dinamiklerindeki değişiklikler de ya da travmatik yaşam olaylarıyla karşılaşma durumlarında ortaya çıkan düşünce ve davranışlardaki garipliklerle deliliğin farkına varılabilir. Delilik bir varolma biçimi olarak varoluşunu tarihsel ve uzlaşımsal bir otoriteye tescil ettirmekten imtina etmenin bir sonucu olarak gelişmiş ruhsal bir yapıdır. Ben delileri bazen şöyle duyarım: “Varım lakin varolduğumun farkına herkes gibi varamıyorum, varlığımın devamlılığı benim dışımda bir yapı, otorite tarafından garanti altında alınmış değil. Ancak benim kurabileceğim ilave bir bir bilme anlamlandırma, yaşama düzeni sayesinde varlığımdan emin olacağım ve kendimi güvende hissedeceğim.” Pek çok deli, normal hayatın içinde, kendi düzenleri içerisinde bir ömür geçirebilir, herkes gibi yaşar, aile, iş kurar, liderlik yapar, bilim, sanat edebiyat vs gibi pek çok alanda tıpkı normaller gibi performans sergiler, eserler üretir. Burada kritik olan deliler için bile normalin varlığı her zaman güven vericidir ve fonksiyonlarının, performansının dünyevi değer sisteminde yer bulabilmesinin ön şartıdır. Bazı “Deliler” çoğu “normal” insanın, hatta “normal bir toplumun” üzerinde büyük hayranlık uyandırabilir, onları peşinden sürükleyebilir? Bazı psikanalistler buna şöyle cevap veriyorlar: Normal insanlar, nevrotikler ve onlar tarafından oluşturulmuş toplulukların temel belirleyicisi şüphedir. En kesin delillerlerin varlığında bile nevrotiklerin şüphesi kaşınmaya açıktır. Zira nevrotiğin, normal insanların bilmesi, tarihsel ve toplumsal olanla bir el sıkışma, anlaşma yapılarak ve tescil edilerek gerçekleşir. Dolayısıyla normal insanlarda bilmesi hep eksiktir, normalin bilmesi kendinden menkul değil, ötekiyle menkul ve değerlidir. Bu durum normal insanı her daim varoluşsal bir eksiklikle, tamamlanmamışlıkla karşı karşıya bırakır. Şüphe her daim buradan filizlenir. Oysa deli bilmekte olduğunda en ufak bir “şüphesi” yoktur. Bilmesi kendinden menkuldür. Bilmenin nereye tekabül ettiği bir başkası tarafından değil, bizzat kendisi tarafından tescil edilir. Bu durum bazı zamanlarda delilere sınırsızca, kuralsızca ya da kuralları, kural olmayan yeni kurallarla harmanlayarak “bir acayip konuşma” özgürlüğü verir. Hezeyanlar bunlara güzel örneklerdir. Normaller, “bu kadar inanmış”, “şüphesiz, “çok kararlı” konuşan, her şeyi yapmaya açık delilere hayran olurlar. Onların asla olamadıkları kişilerdir ve yapamadıklarını yapabilecek gibi görünmekte, hatta yapmaktadırlar. Tarih boyunca pek çok deli, çevresine sayısız normali toplayarak hezeyanlarını, halüsinasyonlarını normallerin fantazmalarıyla harmanlayıp çok acayip düşüncelerini, kendince düzenlerini toplumsallaştırmıştır. Böylece kalabalık insan topluluklarını sorunlara hatta felaketlere sürüklemişlerdir.Deliler denince genelde tedirgin edici, tekin olmayan durumlar ve garip konuşmaları, davranışları olan insanlar akla gelir. Oysa yukarıda bahsettiğim çerçevede, yani yapısal bir durum olarak delilik hiç de azımsanamayacak kadar yaygın ve gündelik hayatın, normalin içinde işi, gücü kariyeri olan insanlar olarak oldukça fazla sayıdadırlar. Klinik tanısal istatistiklerin oldukça üzerinde oranlarda olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Onları görmek ve duyabilmek içimizdeki normale(nevrotiğe) ve deliye kulak vererek başarılabilir. Normale kulak veriş, şüphenin olduğu yerdir. Bizi en heyecanlandıran, mucizeler vadeden söylemin olduğu yerde “acaba diyebilmek, normalin tarihsel terazisine başvurabilmek” ayaklarımızı yere temas ettirir. Delilik, nevrotiğin asla olamayacağı fantazmatik bir özlemdir. O nedenle nerede akıllı konuşan ama biraz da garip, biraz deli gibi birini duysak ve görsek çok etkileniriz. İçimizden sanki “İşte bu o, bu benim kaybettiğim geçmişim, sınırlarla tanışmış ama reddetmiş, dilin, düşüncenin insanlığın sınırlarına benim gibi mecbur olmayan varlık” gibisinden bir iç konuşma geçirerek hayranlıkla ona bakarız, onda bize ait kayıp, gizemli şeyler olduğunu düşünür, beklentiye gireriz. Deliler bizim hesapsız, kitapsız, kayıp yanlarımızdır. Feragat eden normallerin neyi geride bıraktılarsa onların yasıdır delilik. Bizim hassas karnımızdır öte yandan. Deliler aynı zamanda hepimizin ötekisi, kötüsü, “günah yüklenicisi”, şeytani olanımızdır. Kendimize yabancılaşmamızın, bastırdıklarımızın tekin olmayan şekilde bireysel ve sosyal vasatta geri dönüşüdür. Bütün bunları yazıyorum zira insanlığın yeterince deli ve delilik ürettiğini sıkça hatırlamaya ihtiyacımız var. Biz insanlar ister klinik olarak tanı konulsun, ister konulmasın “deliler” ve “normaller” olarak normalin içinde hiç tahmin etmediğimiz kadar iç içe temas halindeyiz. Örneğin bugün sosyal medyada “XYZ eğitim sistemi” adı altında bir girişime rastladım. Merak edip bir miktar videolara, sosyal medya paylaşımlarına ve hakkında başkaca yazılanlara baktım. Sadece 10 dakikalık bir videoyu izlemek bile bana konuşmacının yapısı hakkında ön fikir verdi. Sonra başka videoların alt metinlerine ve o metinlerdeki vaatlere bakınca ortada bir delilik döndüğüne, topluca bir deliliğin ya da “acayip vaatlerin” peşine takılma hali yaşandığına neredeyse kanaat getirdim. Klinik ya da adli bakımdan deli ile “deli gibi davranan” arasında fark olsa da ben bugün ikisini aynı kefeye koyacağım. Zira insan ilişkileri, dünya hayatı, sağlık gibi çok temel konularda mucizevi iyilik ve şifa vadederken sarfedilen sözlerde, davranışında şüpheden, eksiklikten hemen hemen hiç iz taşımayan ifadeleri ve sahiplerini nereye koymalıyız? Burada Baudrillard’ın hastalık ve simülakr göndermelerine atfen kulaklarını da çınlatmadan geçemeyeceğim: bir simülakr olarak delilik, yani taklit edilecek bir orijinal deliliğe ihtiyaç olmadan simüle edilen bir delilikten bahsedebiliriz ki bu da en az deliliktir; hatta delilikten daha öte ve tekinsizdir. Bu bahsi bu kadar rahatlıkla açabilmeme beni cesaretlendiren şeyler sağlık profesyonellerine hitaben hazırlanmış bu girişime ait videoyu izlediğimde gördüğüm ve duyduğum seylerin doğruluğu ve yanlışlığı değil, kendi başına anlamlı hatta havalı, itibarlı kelime ve kavramların tutarlı bir söylemin içinde konuşmacının ağzından çıkamıyor olması, sağa sola güven vermeyen şekşlde savruluyor olmasıydı. Bunca yıllık tıp, psikiyatri, psikoloji teorik ve klinik birikiminin bugünkü normaline göre bir gürültü olarak duyuluyordu. Bu sistem içinde bir çok kişinin eğitim almış olması, onların bir kaç gün içinde verilen eğitimlerle eğitimci olarak yetkilendirmiş olması beni düşündürttü. Ülkemizin sosyo-kültürel atmosferinde doğan ve büyüyen her bireyin yapısında mucizelere inanmak o kadar güçlü bir yer bulduğunu bir kez daha farkettim. Bu kişi ve yetkilendirdiği sözde eğitim müritleri de mucizeler vadediyordu. 1-2 dakikada pek çok rahatsızlığa tanı konuluyor, hastalık tedavi ediliyor, para, bolluk bereket yağdırılıyor, dünya ve ekolojik çevresi kurtarılıyordu. Öyle mucizeler ki reklama yol açmayayım diye buraya yazamıyorum. Memleketimizde büyüyen çoğu insanın bebeklik ve erken çocukluğunda mucizelere açık fantazmatik, “tam-güçlü” yaşantı hafızaları, kültürün, efsanelerin, inanç ekseninin yarattığı mucize beklentisiyle birleşince gerçek hayatta mucize vaatlerinin “normalin ekseninde dönmesi” beklenen zihinleri nasıl kolayca “normalin dışına” savrulabildiğini gördüm. Ülkemiz insanı gittikçe daha “normal” daha “akıllı” bir yere doğru gitmesi gerekirken deliliğe övgü mü düzüyordu? Cevabım bazen evet. Lakin bu övgü geçmiş çağların övgüsü gibi değildi bana göre. Geçmiş çağlarda normal ya da akıllı sınıfındaki nevrotik insan kalabalıkları deliler ile kendilerine yabancılaşıyor, yüzleşiyorlar ve yeni fikirleri, inançları seslendirebiliyorlardı. Delilik bir tür yaratıcılık alanı, ilerlemenin nadir, acı ama bir bakımdan da lüzumlu yollarından biri gibiydi. Nevrotik, normal insanın evreninde dil ve düşünce aynı zamanda bir hapishane gibi işlev görürken düşüncenin sıra dışı akışları ve bağlantıları bu hapishaneden bir havalandırmaya çıkış bazen de kaçış gibiydi. Tarihe mal olmuş pek çok adı bilinen, hatırlanan ve hatırlanmayan pek çok deli normalin düşünce hapishanesinden sıkça kaçarak insanlığa yeni şeyler armağan etmişlerdi. İnsanlık delilerle akıllıları, normalle anormalin işbirliği ile nefes alabilmişti. Günümüzün ucuz delilikleri ve delileri yaratıcı ve bir yerde devrimci eylemlerden uzak görünüyor. Geçmişin deliliği hakikate, varlık sorusuna doğru acı veren ısrarlı yaratıcı arayışlar iken ve yine değerini gel zaman git zaman normalin içinde bulurken, günümüzün deliliği ve delirmelerinin sonu zannediyorum pek çok şey gibi paraya ve hayal kırıklıklarına çıkıyor. Hayal kırıklıklarını onarmak ise en nihayet mucize vadetmeyen yol ve yöntemlere kalıyor. Şimdi bir kez daha neyle meşgul olduğunuzu, neye prim verdiğinizi, emellerinizin neye hizmet edebileceğini bir kez daha düşünün. Ayrıca sağlık, eğitim ve başkaca alanlarda geçmişin kayıp sırlarına, mucize içeren vaatlere mi yoksa insanlığın başta bilimsel bilgi olmak üzere saygıdeğer kadim birikimlerinin uşlaştığı seviyeye ve bunu kazanmamızı sağlayan emek, çaba, sabır ve yaratıcılığı bize öneren uygarlık temsilcilerine, söz konusu alanların uzmanlarına, bugünün yol ve yöntemlerine mi itibar edeceğinize karar verin.
image: @nikolator